Bu yazıda Netflix’te gösterime giren Pele belgeselini konu aldık. Dolayısıyla okumaya başlamadan önce; yazıda pek çok spoiler olacağını ve belgeseli henüz izlemeyenlerin bunu dikkate alarak yazıyı okuması gerektiğini söylemekte fayda var.
Belgesel, Meksika’da düzenlenen 1970 Dünya Kupası’ndan renkli görüntülerle başlıyor. Bu ilgi çekici kısa sekansın ardından Pele’nin çocukluğuna uzanıyoruz. Pele, Brezilya’da pek de varlıklı olmayan bir ailenin oğlu. Babasının profesyonel futbolcu olması, Pele’nin çok erken yaşta futbolla tanışmasına ve futbola dair hayaller kurmasına vesile oluyor. Bu noktada belirtmem gerekiyor ki Pele’nin çocukluğunda futbolla kurduğu ilişki aslında tamamen sorunsuz bir doğrultuda ilerlemiyor. Babasının ciddi bir sakatlık geçirmesi üzerine babası, kulübünden para alamıyor ve Pele çocuk yaşta ayakkabı boyacılığı yapmak zorunda kalarak aile ekonomisine katkıda bulunuyor. Fakat Pele’nin çocukluğunda karşılaştığı bu maddi zorluk, onu futboldan uzaklaştıramıyor.
Babası Pele’nin futbol becerilerini keşfettiğinde Pele’yi profesyonel futbolcu olması için teşvik ediyor. Böylece takvim yaprakları 1956’yı gösterdiğinde baba-oğul birlikte Santos’un yolunu tutuyor. Pele, ayırt edici teknik özellikleriyle deneme idmanını başarıyla geçip takıma katılıyor. Pele’nin henüz 16 yaşında bu çıkışı yapması, onun Brezilya Milli Takımına seçilmesini sağlıyor. Pele, profesyonel kariyerinin ilk aşamasında sergilediği performans sayesinde 1958 Dünya Kupası’nda boy gösterme fırsatı yakalıyor. 17-18 yaşlarındaki genç Pele, İsveç’teki turnuvada Brezilya’nın zaferine liderlik ediyor. Bu başarının Brezilya için sembolik değeri çok yüksek olduğunu söylemeden geçmeyelim; Brezilya bu sayede kendi evinde düzenlenen 1950 Dünya Kupası’nın kötü izlerini siliyor.
Genç Pele, 1958’de sergilediği performans ile; 1950’deki Uruguay yenilgisinin yol açtığı travmanın ardından Brezilya halkının kapıldığı “mongrel kompleksini” de kırıyor. Mongrel, Brezilya dilinde sokak köpeği anlamına geliyor. Bu yüzden 1950 trajedisinin Brezilya ulusunun ruh dünyasında yarattığı çalkantının ne denli büyük olduğunu ve futbolun Brezilya için gerçekten nasıl bir umut kapısı teşkil ettiğini anlamak gerekiyor. Pele, 1958’de halk için yaptıkları ile Brezilya için genç ve gelecek vadeden bir milli hazineye dönüşürken, dünya futbolunda da global bir fenomen hâline geliyor. 1962 yılında Şili’deki Dünya Kupası’nda Brezilya bir kere daha mutlu sona ulaşıyor. Pele, şampiyonanın ikinci maçında sakatlanmasına rağmen takım arkadaşlarına verdiği ruhani destekle Brezilya’nın kupayı kucaklamasında pay sahibi oluyor.
Brezilya’nın 1962’de de Dünya Kupasını müzesine götürmesi, ülkeyi bir cazibe merkezine çeviriyor. Brezilya, sanayi atılımlarıyla dinamik bir üretim gücü elde ederken, halk coşkulu karnavallarıyla ve kendine has eğlence kültürüyle hayatın tadını çıkarıyor. Pele’nin futbolda dünya çapında bir ikon haline gelmesine sebep olan yükselişi, Brezilya’nın genel durumuna da sirayet ediyor. Televizyonun ortaya çıkışı ve zaman içinde ekran teknolojisinin gelişmesi, Pele’nin zamanla bir reklam yüzü olarak da sivrilmesine neden oluyor. Yeşil sahadaki kıvrak çalımları ve atletik meziyetleri ile keyifle izlenen Pele, saha dışında da merakla takip edilen bir popüler kültür elçisi olarak medyanın radarına giriyor.
1964 senesinde ordunun darbeyle yönetime el koyması, Brezilya’yı kanlı ve tekinsiz bir diktatörlüğe sürüklüyor. Bu süreçte Pele, askeri cunta rejimiyle ters düşmemeye dikkat ediyor. Pele’nin o yıllarda hayatını ve kariyerini riske atmayan, garantici bir tutum takındığını söylemek mümkün. Bu sebeple, cunta idaresinin varlığı Pele’nin futbolunda bir gerilemeye zemin hazırlamıyor. Pele, cunta tahakkümünden sonra da Santos’un büyük yıldızı, Brezilya’nın da sitayişle andığı ilahı olarak yaşamını sürdürüyor. 1966 Dünya Kupası ise Pele’nin Milli Takım kariyerinde sarsıcı bir kırılma noktası yaratıyor. İngiltere’de peşi sıra Macaristan ve Portekiz bozgunlarını yaşayan Brezilya, henüz grup aşamasında eleniyor. Turnuva başlamadan 1966’nın son Dünya Kupası olacağını söyleyen Pele, dramatik sonuçların ardından da fikrini değiştirmiyor. Pele’nin milli takım kararı Brezilya halkına da olumsuz biçimde tesir ediyor.
1968’e geldiğimizde ise Brezilya’daki sosyo-politik manzara çok daha korkunç bir hal alıyor. Demokrasi ve özgürlük yanlısı kitleler, askeri diktatörlüğe karşı ayaklanırken; müstebit iktidar keyfi tutuklamalarla, şiddet siyasetiyle ve işkencelerle topluma korku salıyor. Pele popülaritesini korurken ülkesi politik cinayetlerin işlendiği çalkantılı bir periyottan geçiyor. Brezilya Milli Takımı, 1970 Dünya Kupası’na bu faşist dikta rejiminin gölgesi altında hazırlanmak zorunda kalıyor. Pele de 1970 Dünya Kupası’na katılmaya karar veriyor. Ne var ki Milli Takımın teknik direktörü Saldanha ile Pele’nin yıldızı bir türlü barışmıyor. Brezilya hükümetinin de perde arkasından müdahale ettiği bu sorunlu ilişki, Pele’yi kadro dışı bırakabileceğini ima eden Saldanha’nın kovulmasıyla sonuçlanıyor. Organizasyona 2 ay kala Pele’nin bir dönem Milli Takımdan arkadaşı olan Zagallo’nun Sambacılar’ın başına getirilmesiyle problem çözülüyor.
Zagallo’nun yeniden güven verdiği ve moral aşıladığı Pele, hakkındaki eleştirilere ve kuşkulara Meksika’da bir dünya kupası daha kaldırarak cevap veriyor. Militarist diktatörlük, ulusal takımın başarısını sahiplenmeye çalışsa bile halk bu başarıyı bir kere daha Pele’ye ve takım arkadaşlarına mâl ediyor.
Pele belgeseli, o dönemin tanıklarına ve/veya mesleki gerekçelerle uzun süredir futbolu takip edenlere daha önce hiç duyulmamış bilgiler sunmuyor aslında. Pele hakkında yeterince bilgi sahibi olmayan genç kuşak için ise bu belgeselin nitelikli referanslardan biri olacağını söyleyebilirim. Bununla birlikte arşiv görüntülerinin titizlikle seçildiğini ve televizyon dünyasındaki köklü değişimlerin belgeselde etkili şekilde vurgulandığını ilave edebilirim. Ayrıca belgeselde Pele’nin kariyerini ve imajını önceleyen apolitik yönünü ve ülkesi ağır bir siyasi buhrandan geçerken bu yıkımın müsebbibi olan askeri dikta rejimine pragmatist bir zihniyetle yaklaştığını görüyoruz. Pele bu bağlamda Muhammed Ali gibi halkına öncülük eden cesur bir aktivist profili çizemiyor. Yapımda bu kıyasa da gönderme yapılıyor. Elbette Pele’nin tarihin doğru yerinde konumlanmayan bu çekingen tercihine rağmen Brezilya halkı ondan asla vazgeçmiyor.
Belgeselde dikkatimi çeken bir başka husus da daha 1966 senesinde gerek Pele’nin gerekse bazı futbol yorumcularının sıkı markaja dayalı aşırı defansif futbol anlayışından şikayetçi olmaları. Günümüzde de tartışılan bu meselenin aslında epey eskiye dayanan bir geçmişi olduğunu bu demeçlerle tekrar idrak ediyorsunuz. Futbolcuların zaman içinde geçirdiği fiziksel değişimi de eski futbolcuların hareket kapasitelerine bakarak mukayese etmek mümkün. Şahsen kaleciliğe özel ilgisi olan biri olarak Gordon Banks hariç belgeselin kadrajına giren her kalecinin, son derece basit goller yediğini ve modern futbol için affedilmez hatalar yaptığını ifade edebilirim. 1970 Dünya Kupası yaklaşırken o dönem henüz 30 yaşına basmamış Pele’ye kimi futbol otoritelerinin “Artık yaşlandı. Eskisi gibi oynayamaz.” türünden yorumlar yapması da sahiden ilginç. Pele’nin 1971’de önünde daha birkaç yıl olmasına rağmen Brezilya Milli Takımı’na veda ettiğini de hatırlatmakta fayda var.
Belgeselin farklı yönleriyle de dikkatimi çektiğini söylemeliyim. Pele’nin atletizmle top tekniğini harmanlayan futbolcuların selefi olması, futbolun ilk devasa küresel ikonuna terfi etmesi ve futbolun modernleşme aşamasındaki tarihi katkısı filmde ustalıkla işleniyor. Yalnız Pele’nin Santos ve New York Cosmos etrafında şekillenen kulüp kariyeri geri planda kalıyor. Yapım, Pele’yi Pele yapan esas olgunun “Dünya Kupası” olduğu tezini savunuyor ki o devrin futbol dinamikleri ve oyuna bakışı göz önüne alındığında bu gayet anlaşılabilir bir seçim. Bu filmin aynı zamanda artık 80 yaşına gelen Pele’ye bir övgü ve saygı şeridi olduğunu söylemek de sanırım yanlış olmaz.
Mehmet Şükrü Özen