New York, New York…
Geçen haftaki yazımda hatırlarsanız yazı öncesinde sosyal medyada bir anket açtığımı ve çok enteresan öneriler aldığımı anlatmıştım. Hatta geçen yazımızda Kawhi Leonard konusunu bu yüzden masaya yatırmıştık. O aldığım öneriler arasında başka ilginç konular da vardı esasında. Ama 50 yaş üstü NBA severlerin bana yazdığı klasik bir soru vardı: Ne olacak abi bu New York’un hali? Ben de kenara yazdım, konumuz belli: New York Basketbolu
Dünya basketbolunun kanlı canlı atan bir kalbi varsa o da New York’tur. Basketbolun beşiği demek çok hafif kalır. Geçmişte 7 yıl yaşamış olduğum New York şehri için bu gerçeğe bizzat tanıklık ettim. Amerika Birleşik Devletleri’nde tüm eyaletlerde basketbol bilinir ve sevilir ama New York şehrinde bir başka yaşanır. İnsanlar, basketbolu yaşam biçimlerinin bir parçası haline getirmiş, iliklerine kadar heyecanını hissetmektedir. New York Knicks yıllardır yarışta olmamasına rağmen sizce neden süper yıldızların New York’taki performansları olay olur? Ya tersten soralım bu soruyu… Sizce neden bir çok süper yıldız New York’ta bambaşka bir performans ortaya koyma çabasında olurlar? Cevabını bulmaya yakınsanız o zaman benzer sokaklarda dolaşmaya başladığımız anlamına gelir.
New York Knickerbockers
Knicks, New York basketbolunun temsilcisi. Asıl adı Knickerbockers olan bu takımın isminin anlamı aslında çok enteresan. Eskiden New York’a gelmiş göçmen Hollandalıların giydikleri kısa pantolonların adıdır. Bir zaman sonra bu Knickers olarak da telaffuz edilmeye başlanmıştır. Hatta zaman içerisinde New York yerlisi anlamında da kullanılmıştır. Leonarda DiCaprio’nun New York Çeteleri filmini gözünüzün önüne getirirseniz resim netleşebilir.
Knicks, her ne kadar New York basketbolunun temsil eden yıldızıysa şehrin asıl starı Madison Square Garden’dır. “Madison Square Garden’da maç izlemek” diye bir gerçek vardır Amerikan spor kültüründe. New York Knicks, en son 1970 ve 1973 yılında şampiyon oldu ki bu neredeyse yarım asıra yaklaşıyor. Esasında 90’lı yıllarda pivot Patrick Ewing‘li, Pat Riley koçluğunda sürekli olarak yarıştaydılar ama o dönem de “Jordan Era”ya denk gelen “Jordanzede”ler arasında yerlerini aldılar.
Zaten bugünlerde 35 yaş üstü basketbol severlerin NBA’de neden 90’lı yılları çok özlediğini böylelikle anlarsınız. “Hand Check” kuralı değişmemiş, sert oynanan bir lig, New York – Chicago rekabetleri, New York – Miami kavgaları, başka türlü bir kültür hakimdi basketbola. Aslında New York basketbolu “sert oyun” kültürünün en iyi temsilcisiyidi. Bu işlerin öncüsü her ne kadar 80’li yılların sonunda “Bad Boys” Detroit Pistons olsa da 90’lı yıllarda Knicks bu kültürün bayraktarıydı.
2010 yılında her kadar Carmelo Anthony’i transfer etmiş olsalar da New York şehrinin kalbinde tek bir yıldızın hatıraları yatıyordu. Patrick Ewing.
Dışarıda bırakılan efsane: Patrick Ewing
New York yazısı yazıp da Patrick Ewing’e kısa bir bölüm de olsa açmasaydım herhalde kendimi affetmezdim. Her ne kadar Shaquille O’Neal lige 1992 yılında gelmiş olsa da 90’lı yıllar denilince akla 3 pivot gelir. Hakeem Olajuwon, David Robinson ve Patrick Ewing. Aralarında en dominant ve popüler olanı Patrick Ewing’di ama ne yazık ki tarih sadece kazananları yazdığı için ve diğer iki pivot şampiyonluk gördüğü için Patrick Ewing, tabir-i caizse dış kapının dış mandalı muamelesi görüyor. Yıllarca New York şehrini sırtında taşıyan “Georgetown Canavarı” her defasında şampiyonluk kıyısından dönmüştür. Tabi burada Michael Jordan ve Chicago Bulls ile aynı konferansta mücadele ediyor olmasının payı göz ardı edilemez. Bugün NBA’de Batı ne kadar üstün ve zorlu ise 90lı yıllarda da Doğu Konferansı hem daha sert hem daha zorluydu. Patrick Ewing, kariyeri boyunca 1 tane doğru düzgün bir gard’la oynamış olsaydı bugün tarih başka türlü yazıyor olacaktı o yılları. Yanında John Starks, Derick Harper, Anthony Mason, saçma sapan oyuncular ile oynadı. Diğer yandan Hakeem, Sam Cassel, Clyde Drexler yıldız ve elit seviyedeki oyuncularla yarıştaydı. Robinson ise Tim Duncan’ın gelişiyle Tim Duncan sayesinde parmağına yüzüğü taktı. Tabi yine elit seviyede bir oyuncu kadrosuyla. New York basketbol tarihini ve kültürünü anlatırken bu tip konulara değinmemiz gerekiyordu. Çünkü kronoloji diye bir gerçek olduğu gibi NBA tarihinde bir “domino etkisi”diye bir gerçek vardır. Patrick Ewing, tarihin “büyük Loser”ları arasında ne kadar anılırsa anılsın, O’nun New York şehri için yaptıkları asla unutulmayacak.
Basketbolun mabedi: Rucker Park
Aslında Rucker Park ile ilgili ayrı uzun uzun bir yazı yazılması gerekir. Bunu başka bir yazımızda işlememiz için hemen kenara not ediyoruz. Streetball, kavram olarak orada uydurulmuş bir kavramdır. Kelime olarak aslında anlamı değil, içeriğinin ne kadar doldurulduğu önemlidir. Rucker Park kültürü başka bir şey. Sırf olarak rastgele kuracağınız bir kadroyla NBA’de playoff’ların kapısına kadar gelebilirsiniz. İşin ilginç tarafı bir NBA maçı kadar seyirci topluyor olmasıdır. Rucker Park, çok efsane isimleri yaratmıştır basketbol kültüründe. Rafer “Skip to my Lou” Alston gibi. Ama bir o kadar bir çok efsane isim özellikle gidip Rucker Park’ta oynamıştır. Julius Erving, hatta Kobe Bryant gibi. Çok fazla ilgi gören bu park da artık bir sponsorun el attığı, yayıncıların işin içine girdiği bir mesele haline geldi. Bu zaten kaçınılmazdı. Bunu ben 15-20 yıl öncesinden beri söylüyordum. Çünkü bu kadar ilgi gören bir ortam muhakkak kapitalist ellerin temasından kaçamazdı. Orada maçlar oynanmaya devam ediyor hala, bir çok organizasyon ve festival düzenleniyor.
Broadway: Madison Square Garden
Bütün büyük şovlar, müzikaller, konserler Broadway’de izlenir. Tabi ki basketbol maçları da. New York basketbol seyircisinin “basketbolu bilmek” gibi bir özelliği vardır ki bu işin büyük bir parçasıdır. Mesele diğer arenalarda “de-fence” diye bağırılır veya yıldız oyuncusu coştuysa “M-V-P-!” diye bağırılır, hepsi bu kadardır. Ama New York seyircisi öyle değil. Hakeme ne zaman tepki göstereceğini, ne zaman uğultu koparacağını, ne zaman ıslık yağmuruna tutacağını çok iyi bilir. İzlerken bile oyunu izlerler. Sahada Michael Jordan, Kobe Bryant, LeBron James oynuyor olabilir ama onların izlediği şey oyunun kendisidir. Bu yüzden her büyük oyuncu en iyi performansını New York’ta göstermek ister yani basketboldan anlayan seyirciler önünde. Örneğin, Michael Jordan’ın 69 sayılık Cleveland performansı, 63 sayılık Boston performansı vardır. Her zaman 2inci basketbola dönüşünün ardından 55 sayılık New York performansı hatırlanır ve bugün bile hala konuşulur. Şu meşhur “Double Nickel Game”.
Yeri gelmişken şu meşhur “Double Nickel Game”in de ne anlama geldiğini açıklayalım. Amerikan para biriminde “5 cent”e nikelden üretildiği için “Nickel” denir. Adı Nickel’dır veya 10 Cent’in adı “Dime”dır, 25 Cent’in adı “Quarter”dır yani “Çeyrek”. Double Nickel denilince “Çift Nickel” yani iki tane 5 cent yanyana. Yani 55. Al sana “Double Nickel Game” yani “55 Sayılık Maç”.
Şimdi Nereye…
Bence kırılma anı 2010 yazıydı. LeBron James, yeteneklerini Güney Sahili’ne götürmek yerine New York şehrine getirseydi bugün Knicks’ın tarihi akış çizgisi kesin olarak değişecekti. Carmelo Anthony geldi çok önemli bir performans da gösterdiği bir kaç yıl oldu ama bir Franchise’ın tarihini değiştirebilecek bir oyuncu profilinde değildi. Şehrin en son heyecan duyduğu dönem Ewing’li 90’lı yıllar yani 20-25 sene evvel. Şimdi ise önümüzdeki yaz bir New Yorklu olarak Kyrie Erving’in Knicks forması giyebileceği konuşuyor. Yapılması gereken belli önümüzdeki yaz ligin en serbest kalabilecek en elit oyuncuyu şehre getirmek ve yanına bir en iyi yardımcı oyuncu ödülüne layık bir yıldız getirmek. Bu birinci elit oyuncu serbest kalacak Kevin Durant mi olur Kyrie Erving mi bilemeyiz ama New York şehri artık böyle değişimi çoktan hak ediyor. Öyle ya da böyle New York şehri basketbolun kalbi olmaya devam edecek. Çünkü mahalle onların, top onların…
Ara Gözbek
aragozbek@gmail.com