Websitemizin editörlerinden Rıdvan Yağımlı yine çok konuşalacak, gündem yaratacak bir işe imzasını attı ve Türkiye’de NBA konusundaki en yetkili isim Sayın Naci Cansun ile önemli bir basketbol röportajı gerçekleştirdi. Tüm kariyeri başarılarla dolu, bugüne kadar spora her açıdan büyük katkılarda bulunan Naci Cansun, Londra’da, NBA Ofisi’nde kendisine yöneltilen soruları içtenlikle cevapladı. Basketbolun gelişiminden NBA’in misyonuna, yayın haklarından sosyal medyanın etkisine kadar birçok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu, merak edilenleri cevapladı. İşte röportajın tamamı:
Öncellikle bu teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sizinle tanışmadan önce konumunuz itibari ile daha resmi, daha mesafeli bir konuşma gerçekleştireceğimizi düşünmüştüm. Ancak gerek internetteki sohbetimizde gerekse telefon görüşmemizde samimiyetinizi, içtenliğinizi, hoşgörünüzü bana kısa bir sürede yansıttınız. Bunca yoğunluğunuz arasında epey vakit ayırdınız. Tüm bunları ilk başta belirtmek istedim ki insanlar bilsin, oluşabilecek olumsuz fikirler ortadan kalksın. Hemen sorularıma başlıyorum.
Rıdvan Yağımlı: 2010 yılından beri NBA’in Türkiye’deki direktörüsünüz. Kendinizden, kariyerinizden, bugüne kadar yaptıklarınızdan biraz bahseder misiniz?
Naci Cansun: Sporun yönetim tarafında bulunmam pek tesadüf değil. Ailemin reklam işinin bir parçası spor sahalarındaki reklamlardı. Sahaların içinde çalışmaya 11-12 yaşımdan itibaren elimde o zamanlar yapıldığı şekli ile boyalı bezleri tahta panolara zımbalayarak başladım. 1999-2004 seneleri arasında dünyanın önde gelen spor pazarlama şirketlerinden IMG’nin Türkiye temsilcisi oldum ve bir çok milli takım ve kulübün futboldan haltere farklı müsabakalarının reklam ve yayın organizasyonu içerisinde yer aldım. Ardından News Corporation Türkiye Direktörü olarak medyaya geçtim. NBA’den gelen bir teklif ile tekrar spora geri döndüm.
RY: Londra’daki NBA ofisinde dünyanın pek çok yerinden insanlarla birlikle çalışıyorsunuz. Aynı zamanda dünyanın birçok yerine seyahat ediyorsunuz. Bu doğrultuda görevleriniz, sorumluklarınız neler?
NC: NBA’deki tam görevim Avrupa İş Geliştirme Başkan Yardımcısı. Türkiye günümün önemli bir kısmını alıyor. Ancak bunun ana sebebi Türkiye’nin Avrupa içerisindeki en önemli basketbol ülkelerinden bir tanesi olması. Londra ofisimiz 50 kişinin üzerinde ve İngiliz, İskoç, Alman, Fransız, İtalyan, İsviçreli, İspanyol, Polonyalı, Amerikalı hatta Senegalli, Malezyalı bile var. Tam anlamıyla çok uluslu bir ortam. NBA’in Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da 106 ülke operasyonu bu ofisten yönetiliyor. Elbette yoğun seyahat var ama bir taraftan da dünyanın 15 farklı noktasında bulunan NBA ofisleri ile sürekli telefon ve mail trafiği oluyor. Saat farklarını hissediyoruz. Çok keyifli, ama bazen çok yorucu olabiliyor.
RY: Türkiye genç bir nüfusa sahip. Özellikle yeni nesil basketbola ve NBA’e çok meraklı. Biz de NBA Followers başta olmak üzere her NBA takımına ait sayfalarımızda bu ilginin aslında her gün büyüdüğüne tanıklık ediyoruz. 15 yıl önceye göre kıyaslarsak futbolun takipçi sayısı ciddi şekilde azalırken başarının da gelmesi ile basketbolun takipçi sayısı da bir o kadar arttı. Siz basketbolun ve NBA’in Türkiye’deki potansiyelini nasıl görüyorsunuz?
NC: Basketbolun Türkiye’de her zaman çok yüksek bir takipçi kitlesi oldu. Elbette futbol dünyanın bir çok ülkesinde daha popüler. Ama insanları futbol sever, basketbol sever, kriket sever gibi kategorize etmek doğru değil. Bir insan birden fazla spor dalına ilgi duyabilir, hatta normali budur. Diğer taraftan esas olan spor sevgisidir. Bir kişi basketbolu seviyor diye dünya üzerindeki tüm basketbol organizasyonları takip etmek zorunda da değil. Galiba Türkiye’de biz bazen kulüp taraftarlığı ile spor sevgisini birbirine karıştırıyoruz. Bunlar çok ayrı şeyler aslında. Taraftarlık bir aidiyettir. Tuttuğumuz takım, sosyal kimliğimizin bir parçasıdır. Spor sevgisi ise bambaşka bir şey. İşin eğlence ve merak yönü ağır basıyor. Ben kimlerin sahada olursa olsun güzel bir basketbol maçı seyretmekten büyük keyif alıyorum çünkü basketbolu seviyorum. Mesela karşımda NCAA’de Oklahoma-Cincinatti maçı acık, müthiş bir mücadele. Esas önemli olan Türkiye’de spor sever sayısının artması. Bu sayede tüm branşlar birlikte kalkınır. Yeni kuşaklar ve sosyal medya ülkemizde bu konuda çok büyük farklılık yarattı.
RY: Furkan Aldemir’in de katılımıyla NBA’deki aktif temsilci sayımız 5’e yükseldi. Bir taraftan da kazanmadık kupa, elde etmedik başarı bırakmayın genç jenerasyon sağlam adımlarla yetişiyor. Buna bağlı olarak ilerleyen yıllarda NBA’deki temsilci sayımızın ve ilginin daha artacağı öngörüsünde bulunabilir miyiz?
NC: Bir taraftan kesinlikle diyebilirim. Ama diğer taraftan şu anki genç jenerasyonumuzun ekonomisi daha sağlıklı bir Türk sporu içerisinde kalması bir o kadar daha gurur verici olur. NBA’de kaç Türkün oynadığı bir hedef veya kriter olmamalı. NBA’de oynamak basketbolun zirvesi. Kendini orada gören tüm gençlerin yetenekleri haricinde muazzam çalışmaları ve mental olarak kendilerini o seviyede mücadeleye hazır tutmaları lazım. NBA, sadece basketbolun temelleri üzerinden oynanmıyor. Atletizm çok üst seviyede. Belki de bizim en büyük eksikliğimiz burada. Basketbolun temellerini çok iyi öğretiyoruz ama atletizm henüz NBA seviyesinde değil bizde.
RY: Her geçen gün dünyaya biraz daha açılan bir NBA organizasyonu var. Amerika’daki izlenme raytingleri de her yıl artış gösteriyor. NBA’in genel olarak misyonu, hedefleri nelerdir? Dünya üzerinde ne kadar insan NBA’i takip eder, bu rakamın hangi seviyelere çekilmesi amaçlanıyor?
NC: NBA’in misyonu çok basit: Basketbol oyununa duyulan tutkuyu dünyada arttırmak. Elimizde NBA’in dünya üzerinde 750 milyon kişi tarafından takip edildiğini gösteren araştırmalar var. Elbette hedef bu sayının çok daha yukarı çekilmesi. Net bir koyduğumuz hedef yok bizim için.
RY: NBA sürekli olarak güçlense de Avrupa basketbolu da bir yandan gücünü kaybediyor, önemli oyuncularını NBA’e kaptırıyor. Euroleague organizasyonunun en değerli oyuncuları da genel olarak NBA’de şansını denemiş ancak başarılı olamamış ya da belli bir yaştan sonra geri dönmüş oyuncular oluyor. Sizce NBA ve Euroleague arasındaki farkın giderek artması NBA açısından olumlu bir gelişme mi?
NC: NBA ve Euroleague arasında bir oyuncu kalitesi olduğuna ben inanmıyorum. Avrupa basketbolunun güç kaybettiğini de kabul etmem mümkün değil. Veya şöyle ifade edeyim kendimi, Olimpiyatlarda ve Dünya Kupası’nda gördüğümüz ABD Milli Takımı ve diğer takımlar arasında ne fark varsa NBA ve diğer dünya ligleri arasında da aynı fark var. Bu da doğal. Daha önce belirttiğim gibi bu farkın temelinde atletizm yatıyor. NBA ve Euroleague arasında oyuncu kalitesinden daha önemli bir fark var esasında. O da organizasyon. NBA’de olay sadece bir basketbol maçı değil. İşin içinde muazzam bir şov ve eğlence var. Dolayısı ile işin ekonomisi çok farklı. Bu hem oyuncu hem de izleyici olarak daha büyük kitleleri çekiyor.
RY: NBA takımları NBA Global Games kapsamında Türkiye’ye de geliyorlar. Türkiye’de bu özel maçların uyandırdığı heyecandan memnun musunuz? Bu maçlara Avrupa’da en çok hangi ülkelerde ilgi gösteriliyor? Yakın zamanda ülkemizde gerçekleştirilmesi hedeflenen NBA ile ilgili herhangi bir organizasyon ya da proje var mı?
NC: Kesinlikle memnunuz. Global Games organizasyonlarının nerde düzenleneceği, basketbola gösterilen ilgiye göre değil en başta bu organizasyonun yapılacağı salon kalitesine göre seçiliyor. Mesela her sene düzgün bir basketbol ligi dahi olmayan İngiltere’de, Londra’da sezon maçı düzenleniyor. Temel kıstas arena kalitesi. Elbette Türkiye için bir çok projemiz var. Mac organizasyonları önemli ama bizim için mesela yakın geçmişte açtığımız NBA Basketbol Okulu bir o kadar önemli bir proje. NBA içerisinde bile pilot bir uygulama. Türkiye’de alışılanın çok altında yas gruplarına basketbolu sevdirmeye sporcu olmanın temel özellikleri olan sportmenlik, saygı, pozitif düşünme ve takım oyunu gibi değerleri aşılamaya çalışıyoruz. Bunu rekabet içinde bir ortamda değil çocukların eğlendiği oyun formatında antrenmanlar ile gerçekleştiriyoruz.
RY: İngiltere ve Meksika gibi kolay seyahat edilebilir ülkelerde NBA sezon maçları oynandı ve bu karşılaşmalar dünya çapında büyük ses getirdi. Gelecekte Türkiye’de de normal bir lig maçının oynanma ihtimali var mı? Bunun için gerekli olan şeyler neler?
NC: NBA için cazip olan şey sadece uçak mesafesi veya seyahat farkı değil. Londra’da belki çok büyük bir basketbol takipçi kitlesi yok ama muhteşem bir arena var. Bir organizasyon yapıldığında yarım saat içerisinde biletler tükeniyor. Türkiye’nin böyle bir organizasyona ev sahipliği yapabilmesi için en az Sinan Erdem kapasitesinde ve aynı zamanda Ülker Sports Arena alt yapısına sahip bir salon lazım.
RY: Gelelim en çok konuşulan, merak edilen konuya. Normal sezonunun sonuna yaklaşsak da NBA’in yayın hakları henüz alınabilmiş değil. Bu işin içinde yıllardır bulunan muhabirlere, yorumculara, spikerlere danışarak ben de bu konu ile ilgili ”NBA Yayın Haklarının Alınamamasının 10 Nedeni” başlığı altında sizin de okuduğunuz bir yazı yazıp yayınlamıştım. Yayın hakları konusunda en çok nelere dikkat ediliyor, nasıl bir süreç işliyor?
NC: Şu anda Türkiye’de NBATV, D-Smart platformunda yayınlanıyor. Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi zaten NBA’de bir sezon içerinde oynanan yaklaşık 1.500 müsabakanın 1.450 tanesi gecenin geç saatlerinde başlayıp sabahın erken saatlerinde bitiyor. Burada NBA için öncelik sadece canlı maç yayınlarının nerede olacağı değil aynı zamanda NBA’e ev sahibi olacak kanalın NBA’i nasıl işleyeceği. NBA’in resmi internet sitelerinin ziyaret rakamlarından çok rahat bir şekilde Türkiye’den 5 milyon kişilik bir kitlenin NBA ile yakın ilgilendiğini görebiliyoruz. NBA’in görsel zenginliği, yıldızları ve heyecanı bu kitleyi cezbediyor. Esas amacımız erişebildiğimiz kitleyi büyütmek. Bunun içerisinde canlı maçların yayınlanması tek başına yeterli değil.
RY: İnternetle birlikle bedava algısının yerleşmesi, maç saatlerinde çeşitli internet sitelerinde HD kalitesinde canlı yayınların rahatlıkla bulunabilmesi, maç istatistiklerinin ve maçla ilgili yorumların anında takip edilebilmesi NBA’in özellikle yayın açısından pazarlanabilirliğini kısıtlıyor mu? Ya da bu durum kitlenin büyümesini ve alınan keyifin artmasını sağladığı için olumlu olarak görülebilir mi?
NC: Teknoloji bir çok anlamda sporda beraberinde devrim yaratan değişiklikleri getirdi. Bugün sadece televizyondan değil cep telefonlarından kısaca her yerden canlı maçları seyretmek mümkün. Mac seyrederken ayni anda dünyanın dört bir köşesindeki insanlar ile sohbet edebiliyorsunuz, hatta yıldızlara direk ulaşabiliyorsunuz. Yakın zamanda giyilebilir teknolojiler hayatımıza girecek ve kim bilir bunlar beraberinde nasıl farklılıklar getirecek. Sadece NBA değil tüm sporların popülaritesinin artmasında çok önemli bir faktör bu. NBA, daha bu günden Cisco, SAP, Samsung gibi teknoloji devleri ile birlikte yaptığı is birlikleri ile sınırları zorlamaya çalışıyor. Bir model oluşturuyor. Mesela NBA’in tüm istatistik alt yapısını SAP işletiyor. Gecen sene SAP, Fenerbahce Spor Kulubu ile anlaştı, benzeri hizmetleri Türkiye dahil bir çok ülkede vermeye başladı. NBA, tüm bu konularda oncu bir kurum.
RY: All-Star karşılaşmasının TRT’de yayınlanacağının açıklanması özellikle NBA takipçilerinde bir bayram havası oluşturmuştu. Sadece bizim sayfamızda yayın sırasında 1200 kişi aktif olarak beğenileriyle, yorumlarıyla heyecana tanıklık etti, Twitter’da Türkiye gündemine oturdu. Peki en azından anlaşma sağlanamasa bile play-off’lar ya da finaller açık bir kanalda All-Star örneğinde olduğu gibi yayınlanacak mı?
NC: Umarım. Çalışmalarımız bu yönde.
RY: Artık sosyal medya çok etkili. İnsanların pek çoğu boş vakitlerini internette geçiriyor ya da bunun için özel vakit ayırıyor. NBA’in başındaki isim olan Adam Siver’ın da sosyal medyada NBA’in gelişimine çok sıcak baktığını; Youtube, Facebook, Twitter, Instagram gibi resmi NBA hesaplarının daha aktif kullanılması için çaba harcadığını biliyoruz. Siz de NBA üzerine resmi Türkçe bir websitesi hazırladınız, istatistiklerin ve haberlerin ulaşılmasını kolaylaştırdınız. Peki NBA’in daha geniş kitlelere hitap etmesinde sosyal medyanın yeri nedir?
NC: 2000’lere girildiğinde NBA’in Başkanı Davir Stern iki temel hedef koyuyor. Birincisi NBA’i küresel bir marka haline getirmek, küresel bir takipçi kitlesine sahip olmak. İkincisi de ilk hedef için çizilen bir yol planı olarak dijital dünyanın bir numaralı sporu olmak. İki hedefin de şu aşamada gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Zaten şu anki Başkan Adam Silver’ın o dönemlerdeki görevi NBA Entertainment Başkanı olması. Yani sıcak bakmayı bir kenara bırakın bu konuda devrimi başlatan ve gerçekleştiren kişi. NBA’in şu anda ana iletişim mecrasının sosyal medya olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu bir strateji değil, teknolojinin getirdiği bir gerçek.
RY: Amerika’da da çok sayıda Türk vatandaşı olduğunu biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı Kupası Finali, Ekim ayının başında oynanıyor ve bu dönemde NBA normal sezonu başlamamış oluyor. Sizce Cumhurbaşkanlığı Kupası Amerika’da, Madison Square Garden ya da Staples Center gibi dünyaca ünlü bir salonda oynansa yeterli ilgiyi görür mü?
NC: Neden görmesin. Ama Türkiye’yi ilgilendiren organizasyonların ev sahibinin Türkiye olması lazım diye düşünüyorum. Bazen Türkiye’de yaptığımız organizasyonlarda insanların spora duyduğu tutkuyu, kulüplerine olan bağlılıklarını fazlaca verilen tepkiler ile özdeşleştiriyoruz, işin özünü kaçırıyoruz. Öncelikli amaç, Galatasaray ve Fenerbahçe Ülker arasında oynanacak bir kupa maçının Amerika’da değil İstanbul’da iki takımın taraftarlarının da keyif aldığı spor coşkusunun hissedildiği ve kutlandığı bir ortamda seyredilmesi olması gerekir. Aradığınız en yeni escort bursa kadınlar heyecanlı bir şekilde erkek partnerlerini beklemektediler.ve çekici
RY: Hem Türkiye’de hem Amerika’da hem de Avrupa’da yaşamış biri olarak mutlaka gözlemlerde bulunup çeşitli analizler yapıyorsunuzdur. Sizce bu farklı kültürlerin basketbola bakış açılarında ne gibi farklılıklar var?
NC: Basketbola bakış açısı hali ile temel kültürel farklılıklardan geliyor. Amerika’da daha önce belirttiğim gibi spordan farklı bir beklenti var. İnsanlar müsabakaların içerisinde kişisel hikayeler arıyor. Bu NBA için de geçerli, NCAA için de. Avrupa’da ise daha çok aidiyet ön plana çıkıyor. Başka bir deyişle Amerika’da seyirciler maça şovun izleyicisi olmaya gidiyor. Avrupa’da ise şovun parçası olmaya. Bizim ülkemizde galiba biraz parçası olmanın ötesinde şovu yaratan olma arzusu da var. Bu da beraberinde spor müsabakalarında görmek istemeyeceğimiz davranışları getiriyor. Çok zaman tribünler sahanın içindeki şölenin önüne geçebiliyor. Bu sporda güzel bir durum değil. Seyirci sporun izleyicisidir, oyuncusu değil. NBA’de biliyorsunuz 6. Adam ödülü var. Seyirciye değil gerçekten bench’ten gelen yedeğe verilen bir ödül. Bazen sporun gerçek rekabetinin sahanın içinde yaşandığını unutuyoruz. Takımımıza farklılığı getiren 6. Adamın seyirci olmasını istiyoruz. Ama hiç bir sporun kuralları içerisinde seyirci adında bir oyuncu yok.
RY: NBA ile ilgili çeşitli ürünleri Anadolu’nun özellikle küçük şehirlerinde bulmak pek mümkün değil. İstanbul’un en hareketli yeri İstiklal Caddesi’nde Adidas’ın NBA ürünlerini sattığı bir mağazası var ancak ülkemizin konumu ve ekonomik düzeni göz önünde bulunduğunda fiyatlar pek çok kişinin alamayacağı yüksek seviyelerde. Ülkemizde yeterli miktarda ürün satılabiliyor mu, bu konuda iyileştirmeler yapılabilir mi?
NC: Bu sorunuz önemli bir eksikliğimiz. Rakamlarımız fena değil ama kesinlikle yeterli de değil. Fiyatlar NBA’in küresel fiyatları. Orada bir değişiklik olamaz. Ama dağıtım konusunda daha etkin olmak gerekli.
RY: Özellikle 2016-2017 sezonundan sonra NBA’de yeni bir lockout olabileceği ve artan gelirlerle birlikte oyuncuların gelecekte çok daha iyi paralar kazanabileceği konuşuluyor. Son olarak Los Angeles Clippers’ın beklenenin çok üzerine alıcı bulması aslında NBA’in ne kadar büyük bir marka haline geldiğinin ispatı niteliğindeydi. Sizce yakın gelecekte gerçekleşebilecek yeni bir lockout ihtimali nedir?
NC: Bu NBA’de benim konumumu aşan bir soru. Basına yansıyanlardan sizin gördüğünüz neyse ben de o kadarına hakimim.
RY: NBA sezonunun uzun olması ve play-off’lar ile birlikte final oynayan takımların 100 civarında maça çıkması çok konuşuluyor. Özellikle de art arda gelen yıldız oyuncu sakatlıkları bu konuyu sürekli gündeme getiriyor. Tabii ki önceki rekorları ve oyuncu kıyaslamalarını etkileyecektir ama sezonun gerçekten kısaltılma ihtimali var mı? Bunun avantajları ya da dezavantajları neler olur?
NC: NBA’in gündeminde sezonun süresinin öncelikli bir konu olmadığını söyleyebilirim. Yıldız oyuncu sakatlıkları bu sene gerçekleşen talihsiz bir durum. Sakatlıklara baktığınız zaman birbirleri ile alakaları yok. Derrick Rose, Kobe Bryant, Kevin Durant gibi oyuncuların maç trafiği yoğunluğundan sakatlandığını söylemek doğru değil. Bir algıda seçicilik de var tabi. Artık NBA dünyası 3-5 yıldız oyuncu ismi üzerinden dönmüyor. Her takımın nereden baksanız iki tane yıldız statüsünde oyuncusu var. Yıldız adedi çok olunca sakatlanan yıldız oyuncu sayısı da çokmuş gibi bir algı oluşuyor.
RY: NBA her ne kadar adil, her takıma eşit yaklaşılan bir sisteme sahip olsa da yıllar içerisinde Doğu ve Batı arasındaki fark giderek arttı. Hatta elit takım düzeyinde baktığımızda Batı’da 6-7 tane şampiyonluk adayı varken Doğu’da bu rakam 2’yi geçmiyor. Çok geniş bir yüzölçümüne sahip Amerika’da konferansları kaldırmanın ve sezon sonunda en başarılı ilk 16’a takımı play-off’a dahil etmenin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?
NC: Elbette teknik olarak mümkün, neden olmasın. Ancak buna gerçekten gerek var mı? NBA’de dengeler çok hızlı değişebiliyor. Biliyorsunuz NBA, salary cap ve draft gibi çok sağlam temelleri olan ve takımların birbiri arasındaki dengeleri gözeten mekanizmalara sahip. Bugün baktığımızda bir çok Doğu Konferansı takımının yeniden yapılanma içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Bir bakarsınız, iki sene içerisinde bu bahsettiğiniz fark ortadan kalkmış. Eğer bahsettiğiniz fark ekonomik sebeplere dayansa, o zaman endişelenmek gerekebilirdi.
RY: Genel tabloya baktığımız basketbol ve NBA konusunda nasıl bir yoldayız, nereye doğru gidiyoruz?
NC: Basketbol, bir spor branşı olarak dünyada çok hızlı büyüyor. Türkiye, bu konuda çok şanslı. Her şeyden önce basketbolun ilk oynandığı ve popüler olduğu ülkelerden bir tanesiyiz. Çok köklü bir geçmişimiz var. 1904 senesinde ülkemizde basketbol oynanıyordu. 1911 yılında Ahmet Robenson, Galatasaray Lisesinde basketbolun kurallarını Türkçeye çevirip öğretmeye başlamış. Fenerbahçe basketbol şubesi 1913 yılında kurulmuş. İlk basketbol ligimiz 1927 yılında kurulmuş. Bunları unutuyoruz bazen. Gayet iyi idare edilen bir basketbol camiası var Türkiye’de. Basketbolun Türkiye’de geleceğinin çok parlak olduğunu düşünüyorum. Artık basketbolun en üst seviyelerinde yöneticiler tarafından temsil ediliyoruz. Türkiye, gittikçe dünya basketbolunda hem oyuncuları hem idarecileri ile daha hatırı sayılır bir noktaya gelecektir. Her yerde söylüyorum, basketbol Türkiye’nin uluslararası arenada en başarılı olduğu spor dalı. Ufak bir karşılaştırma yapalım isterseniz. Futbolda Türkiye FIFA sıralamasında sürekli ilk 10’da olsa, FIFA Başkan Yardımcısı bir Türk olsa, Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde iki Türk takımı olsa, La Liga’da 5 Türk oyuncu olsa bu soruyu bu şekilde sorar mıydık? Bazen kendi değerlerimize düzgün sahip çıkmıyoruz, büyük zorluklar ile elde edilen başarıları kolay küçümsüyoruz. Galiba bazı şeyleri topluma daha güçlü bir ses ile anlatmamız lazım basketbol severler olarak.
RY: Bugüne kadar bu sektörde başınıza gelen en ilginç, en unutulmaz, en heyecan verici olayları bizimle paylaşır mısınız?
NC: Hiç unutmadığım bir anım, 19 yaşındayken elimde reklam bezleri Frankfurt üzerinden Lizbon’a uçtum. Fenerbahçe, Vitoria Guimaraes takımı ile maç yapacak UEFA Kupasında. Önce iki uçak birden uçak rötar yaptı. Ardından gümrükte bezler yapışmasın diye arasına koyduğumuz pudra dikkat çekti, saatlerce beni beklettiler analizden gelene kadar. Zar zor Guimaraes kasabasına vardım. Lizbon’un iki saat dışında. Zaten geç kalmışım adamlar bir de benim yaşımda birini görünce şaşırdılar. İnanmadılar bana. Cep telefonu falan yok o dönemde tabi, babamı misafirlikte bir arkadaşlarının evinde buldum, kulübün başkanı ile konuşturdum. Neyse, sonunda maça yarım saat kala beni sahaya aldılar. Felaket bir sağanak yağmur ve 240 metre reklam asmam lazım. Fenerbahçe takımının malzemecisinden masörüne herkes halime acıdı. Yardım ettiler. Rekor sürede reklamları astık. İşim bittiğinde maçın 18. dakikasındaydık. Bir daha hiç bir işi son dakikaya bırakmamayı öğrendim. Spor organizasyonları başka hiç bir işe benzemiyor. Hata payı sıfır ve telafisi yok. Çok büyük bir emek ile hazırlanıyorsunuz, sonra en ufak bir hata yüzünden başarısız oluyorsunuz. Sporcu için de yönetici için de. Bu yüzden hem dünyanın en keyifli hem de en stresli işi.
RY: Son olarak Türkiye’deki NBA takipçilerine neler söylemek istersiniz?
NC: NBA’i takip etmeye devam edin. Muhteşem bir playoff dönemi bizi bekliyor. Hep beraber keyfini çıkaralım.
SonPeriyot.com nba.com twitter.com/Rudeone23 twitter.com/NBAFollower23 facebook.com/NBAFollowers0 |
Diğer röportajları okumak için ” Basketbol Röportajları ” linkini tıklayabilirsiniz.