NBA’de ilk sezonunu tamamlayan temsilcimiz Cedi Osman Hürriyet gazetesine özel bir röportaj verdi. Cedi, ilk sezonunda yaşadığı zorlukları, kırgınlıklarını ve LeBron James ile ilgili merak edilenleri cevapladı.
NBA dünyasına dair en çok ne şaşırttı seni? İçine girdikçe ‘Dışarıdan hiç de böyle gözükmüyordu’ dediğin durumları merak ediyorum…
Spora, sporcuya ve bir basketbol takımına olan bağlılıkları, duydukları sevgi ve en önemlisi saygı hayranlık uyandırıcı. Kulübün sporcusuna yaklaşımı da aynı şekilde… Çok farklı. En önemli fark, akşam arkadaşlarınla yemeğe çıkmak istediğinde kulüpten izin alman gerekmemesi. Geçenlerde burada konusu açıldı, takım arkadaşlarıma anlattım. Ağızları açık kaldı. “Ne demek kulübünden dışarı çıkmak ya da restorana gitmek için izin almak? Profesyonel sporcusun. Bundan daha saçma bir şey olabilir mi?” dediler, anlam veremediler…
Türkiye’de neden böyle sence? İyi niyetli, farkında olmadan aşırı korumacı ‘baba’ figürüne mi yoksa güven probleminden kaynaklanan zorunlu bir otorite sendromuna mı daha yakın?
Sana o alanı ve sorumluluğu veriyor her şeyden önce. Bir kere, seni ‘olgun’ kabul ediyor. Sana, kendi sorumluluğunu üstlenebilen, ne zaman ne yapması gerektiğini bilen, olgun bir birey olarak yaklaşıyor. O hafta önemli bir maçın varsa ne zaman ne yapman kendin için sen zaten biliyorsun. Zaten, alt tarafı akşam bir arkadaşınla çıkıp yemek yiyeceksin. Ne var bunda…
Nereden geliyor bu fark?
Sırf Türk takımlarına mahsus bir durum değil bu. Avrupa’nın genelinde kurallar biraz daha katı olabiliyor. Burada da her şey kurallar üzerine kurulu ve kimse sana parmak sallayarak ‘kurallara uy’ diye otoriterlik taslamıyor. Uymazsan zaten senin zararına.
m Geride bıraktığın sezona bakalım. Senin açından ‘en’leri konuşalım: En büyük kazanımların, en unutamayacağın anların…
Bu yılın bana en büyük katkısı ve hediyesi, LeBron (James) ile birlikte geçirdiğim zamanlar oldu kesinlikle.
Tanışma anınızı hatırlıyor musun?
Sokakta tanıştık. LeBron takım için sezon öncesi bir hazırlık kampı organize etmişti Santa Barbara’da. Maksadı, kaptan olarak takımı sezona hazırlamaktı. İlk günüm; kaldığımız yere yerleştim, sokağa çıktım, tek başıma yürüyorum anacaddede. LeBron’u gördüm, yanında takımdan iki kişi daha ve etrafında korumalar… Karşıdan karşıya geçiyorlardı. Beni gördü, tanıdı, bana doğru yürüdü. “Selam Cedi, aramıza hoş geldin” dedi, sarıldı. Adımı, simamı önceden biliyor olması hoşuma gitti tabii. Başlarda muhabbetimiz sadece arada selamlaşmaktan ibaretti. Zaman içinde maçlar dışında da görüşen, dışarıda buluşan, birlikte vakit geçiren bir dostluğa dönüştü. Dörtlü bir gruba dönüştü kendiliğinden. Maç için gittiğimiz her şehirde akşam birlikte yemeğe çıkmaya başladık.
LeBron da senden sürekli “Adamım o benim” diye bahsediyor. Şöyle de bir tespiti var: “Henüz farkında değil, baskete duyduğu aşkla oynuyor. Hatalar yapacak, ki bu çok normal. Saf bir tutkuyla topun peşinden koşması, takıma her zaman ihtiyaç duyduğu enerjiyi ve ruhu yayacak.”
Kendisi de basketbola âşık çünkü. Enerjisi fazlasıyla yüksek biri. İnanması da zor, anlatması da. İdmana genelde ilk gelen o olur. Vücuduna ve sağlığına o kadar dikkat eder ki disiplini ister istemez etkiler etrafındakileri. Her antrenman öncesi heyecanı yüzünden okunur.
Özel hayatında medyaya yansıyan kimliğinden farklı biri mi sence?
Dışarıdan asıl karakterine dair yalnızca ufak bir ipucu elde edebilirsiniz. Yakından tanıyınca, birlikte fazla vakit geçirince anlayabilirsiniz büyüklüğünü. Gustosu yüksek, ince zevkleri olan biri. Şarabı çok sever, şaraptan anlar. Her şeyden haberdar. Hayata, yaşama, her şeye meraklı. Futbolu bile yakından takip ediyor ki, NBA oyuncuları arasında nadir görülen bir özelliktir bu. Zaten, Liverpool takımında belli bir pay sahibi, yatırım da yapıyor. Sürekli kitap okuyor, derin ve uzun sohbet etmeyi çok seviyor. Avrupa kültürünü, toplumsal -dinamikleri öğrenmeye çalışıyor. Müzik, basketboldan sonraki en büyük ilgisi. Hatta tutkusu. Sayesinde rap savaşlarını çözdüm. Sürekli liste gönderir, dinlemem gereken şarkıları paylaşır. Bir akşam, sayesinde, Andy Garcia ve oğlu, LeBron ve ben hep beraber yemek yedik. Bütün gece ‘The Godfather’ hakkında konuştular, hem de sahne sahne…
3 yaşından 22’sine kadar formasını giydin Anadolu Efes’in. Ayrılık faslı nasıl geçti? Arkandan atılan bir “Yolun açık olsun” tweet’i var, onu biliyorum…
Sadece o kadar. 9 yıl boyunca bütün emeğimi, varımı yoğumu verdiğim bir kulüp orası. Her maçımızda elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Beni sanki 2-3 aylığına kontrat imzalamış ve sezon sonunda ülkesine dönme vakti gelmiş yabancı bir oyuncu gibi uğurlamaları üzdü açıkçası.
Sence neden?
Bilmiyorum. Aklıma da bir sebep gelmiyor. Buraya Türkiye’yi temsil etmeye geldim, aynı zamanda 9 yıl formasını giydiğim Anadolu Efes’i de… Onlardan daha farklı bir ‘Hoşça kal’ mesajı ve uğurlama beklerdim. Bu saatten sonra çok da önemi yok tabii. Artık Cleveland’ın sporcusuyum. Benim takımım artık burası. Yine de Türkiye’deyken maçlarına gittim. Bilmiyorum, belki de o mesajdan sonra gitmemem gerekiyordu. Ama orası benim evim. Beni ben yapan bir yer orası. Taraftarıyla ayrı bir bağım vardı sonuçta.
Senden önce NBA’de final oynayan Hidayet Türkoğlu ya da Mehmet Okur’la aran nasıl mesela?
Hidayet Abi’yle değil de Mehmet Abi’yle sürekli konuşuyoruz. İlk kez geçen sene, turnuva esnasında, Las Vegas’ta tanıştık. Sürekli mesaj atar ve desteğini esirgemez. Türk olduğumu duyan mutlaka soruyor: “Hedo nasıl? Memo nasıl? Şimdi ne yapıyorlar?”
Bosna’nın yeri hep başka
Başarında ailenin rolü büyük olmalı…
Annem de babam da basket oynamış zamanında. Biraz da aileden geliyor bu sevgi. Sonra abim Caner başladı. Başta biraz basketbol dışına çıktım, başka sporlar denedim. O zaman yaş 5, bilemedin 6… Karate yaptım. Baktım olmuyor, baskete ağırlık verdim. 13 yaşına kadar Bosna’daydım. Hep çok sevdim Bosna’yı.
En çok nesini seviyordun Bosna’daki hayatının?
Arkadaşlıkları… Oradaki dostluk başkaydı. Bir an önce okula gideyim arkadaşlarıma kavuşayım isterdim. Sınav olduğu günlerdeyse, hasta numarasına yatar, okulu ekerdim tabii.
Ya İstanbul’daki ilk gün?
Çok büyük geldi, ölçeğim şaştı. Geç varmıştık o gün İstanbul’a. Gece yarısıydı. Ne olduğunu, tam da anlamamıştım. Ertesi sabah, kalkar kalmaz, Efes kulübüne gittik, idmanlara katıldık. 2-3 gün böyle geçmişti. Çok da ‘hayallerim gerçek oluyordu’ durumunda değildim. Böyle bir hayalim yoktu.
Çocukluk hayalin neydi?
Pilot olmak, uçmak isterdim hep küçükken. Belki oradan yürürdüm. İlk NBA hayalini çok sonra kurmuşumdur.