Son 10 yılda, geleceğe dönük en mantıksız hamleleri yapan 3 kulübü sorsak, insanların bir çoğunun listesinde vazgeçilmez bir takım olur Brooklyn Nets. New Jersey’den Brooklyn’e taşınınca, gerek fanlar ateşlensin diye yapılan Garnett ve Pierce hamleleri, gerek de artık modası geçen oyunculara verilen yüksek kontratlar, onların hem Salary Cap’ini bağlamış, hem de drafttan taze kan oyuncu alamamasına sebep olmuştu. Ve bu banal akımının getirisi, playoff ilk raundlarından başka bir şey olmadı tabii. Bir dip sürecinden gelen Nets’te, radikal değişikliklere gidilmesi kaçınılmazdı. İlk önce o garip kontratların bir kısmından kurtuldular. Sonra da GM, koç gibi belli başlı staff yani teknik ekip değişikliklerine gittiler. Bu değişikliklerin sonucunda takımda bir tane gerçek superstar buldular ama bunu henüz bilmiyorlardı. Bunu, ne takas ile, ne draft ile ne de free agent ile sağladılar. Çünkü bu kişi koç Kenny Atkinson’dı.
Takım, ilk kez Atkinson’ın eline geldiğinde hala eski düzeni devam eden kaybeden bir takımdan fazlası değildi. Takımda kalbur üstü sayılacak oyuncular bir elin parmağını geçmeyeceği gibi en değerli parçası Brook Lopez’di. İşin komiği o sezon bu takımın, tanking ile kazanacağı bir draft mücadelesi dahi yoktu çünkü hakları hala Boston’daydı. Onların 20-62 derecesiyle sonunculuğu, Boston’a ilk sıra hakkını ve bu hakkın takasıyla Jason Tatum’ı getirdi. Her şeye rağmen uzun zaman sonra Nets de drafttan güzel bir şeye sahip olarak döndüler; Jarrett Allen. Bunun üstüne Lakers ile gerçekleşen takasta Brook Lopez ve 2017 27. sırayı vererek, Russell ve Mozgov’u aldılar. Russell beklenenleri verememiş, her zaman baharı görüp yaza çıkamamış bir oyuncu olarak basketbolseverlerin aklında yer etmişti. D’angelo Russell’ın bu istikrar problemi, Lakers’ın ondan vazgeçmesine sebep olan yegane unsur oldu. Mozgov’un da Lopez gibi olan yüksek kontratını, 1 seneye mahsus almaları onları bir dahaki sene biraz da olsa rahatlatan bir detaydı tabii ki. 2017 yazının devamında ise ağır sakatlıklar geçirmiş, three and D denilen oyuncu tipinin iyi temsilcilerinden olan lakin eski formuyla alakası bile olmayan Demare Carroll takıma katıldı. Bu, kaybeden ama kaybetmesi dışında, basketbola dair şeyleri iyi yapamayan takımın mentalitesi, Kenny Atkinson’ın göreve gelişinden sonra değişikliğe uğramaya yavaş yavaş başlıyordu. Yüksek tempolu bir basketbol oynayıp, “kaçırsanız da atın, zamanla o doğru şutu bulursunuz” bakış açısı takıma yavaş yavaş oturmuştu. Damarında buz olan Russell bazen çıkıp 40 atıp maçı alıyor, bazen de topla ortalıklarda dolanıyordu. Bu sefer de kadrosundan ekstra oyuncular çıkarmaya başladı Atkinson. Özellikle Russell’ın sakat olduğu dönem formayı alan, bu şansı fazlasıyla değerlendiren bir Spencer Dinwiddie etkisi, Brooklyn’i kasıp kavurdu. Onun dışındaki yan parçalar hiç de fena olmayan bir şekilde işliyordu. Kimin ne zaman, hangi topu kullanacağı bu yavaş yavaş belirlenmeye başlamıştı. Çıkış yakalayaıp potansiyel gösteren oyuncular olarak hücumda LeVert ve Dinwiddie, savunmada da Allen, takımın basketbol oynayabilmesinde belli başlı istikrar sağlamaya başlamasını sağlamışlardı. Kazanma unsurundan uzak bile olsalar artık bir basketbol mentaliteleri, planları vardı. Bu da kazanmayı hedeflemek için en önemli ögelerden biri. Bu ara yine Russell örneğinde olduğu gibi tutmayan bir projeyi daha, Jahlil Okafor’u, “ya tutarsa?” diyerek kadroya dahil ettiler. Çünkü halen kısmi bir yapılanmadalardı ve onlara gelecek her iyi katkı, her potansiyelli oyuncu şanstı. Ama ne yazık ki, eski stil pivotlardan olan Okafor’un olmayacağı burada da tescillenmiş oldu. Bu sezon geçen sezona göre daha iyi gözükseler de 8 fazla galibiyet alarak 28-54 gibi bir skor ile doğuda alt sıralarda kalmaya devam ettiler. Ama umut veriyorlardı. Çünkü işlerine yarayabilecek belli başlı bir nüveye uzun yıllar sonra nihayet kavuşmuşlardı.
Ve bu sezon başına gelindiğinde Howard’ın da içinde bulunduğu çeşitli hamleler ile kadorda biraz daha temizliğe gidildi. Maalesef hala o Boston takası etkilerinden dolayı drafttan pek bir gelir elde edemediler. Ancak ellerinde karışık ama bir şeyler yapılabilir malzemeler vardı. Bu takımın birinci planı LeVert önderliğinde bir hücum peformansı sergilemekti. Sezon başında kendisinin de sezonu kapatması etkisiyle, inişli çıkışlı grafikler ile başlansa da sonrasında takımda oynanan hücum ve savunma istikrarı, onlara güzel galibiyet serileri yakalattı ve doğuda 6 sıraya sahip olmalarını sağladı Tabii mağlubiyet serileri oldu ama takımın gençliği, zaman zaman yaşanan sakatlıklar ve ritim kayıpları böyle serileri normal hale getiriyor. Şimdi savunma ile başlayalım. Jarrett Allen bu sezon, ilk sene gösterdiği performansın üzerine net bir şekilde çıktı. Çember savunuculuğu görevine harikulade adapte oldu. Fena bir boyalı alan bitiricisi olmadığı gibi, topsuz olmayı, hücumda yeri gelince etkin rol oynamamış olmayı asla kafaya takmayan bir yapıya sahip. Hem olumlu bir oyuncu, hem de bir o kadar da olumlu bir karakter. Sakatlıklardan ötürü artık pek bir şey beklenmeyen Carroll ise, sen daha ölmedin mesajını da fazlasıyla veren Atkinson sayesinde, o yırtıcı adam adama savunmasından ara sıra enstantaneler gösterdi. İyi bir çember savunucuuz ve iyi bir mentorunuz varsa, ortalama bir savunma yapabilirsiniz. Brooklyn’in de tam olarak yapmak istediği bu. İşin hücum yönünde ise istikrarsızlık abidesi olan inekten, alabileceği en verimli sütü alıyor bu sene Atkinson. Russell’ın tekrar tazelenen özgüveni. Kötü atsa da, kötü oynasa da kolay kolay bozulmayan morali, onun ne denli konsantre olduğunu bize gösteriyor. Russell ve konsantrasyon türevi kelimeleri aynı cümlede, olumlu bir şekilde kullanmak bile basketbol severlere hala garip hissettiriyordur. Geçen senenin en çok gelişme gösteren oyuncusu adaylarından olan Dinwiddie de bu sezon zaman zaman düşüş yaşasa da geçen sezonki çizgisineden çok da aşağıda değil. Hatta yaklaşık bir ay önce Houston’a yaptığı çakma T-Mac performansı, uzun yıllar unutulabilecek cinsten bir olay değil. Bazı teknik açılardan Russell ile Dinwiddie’nin birlikte oynaması, takımın oyun planında defolar yaratsa da, gerek bulunduğu takım itibariyle, gerek koçluk becerisi ile böyle şeyler Atkinson için ciddi krizler değil. Geçen hafta sonu üçlük yarışmasını kazanan Joe Harris’in de bu sezon ne denli harika attığını söylemeden edemeyeceğim. Zaten Pure Shooting anlamında yüksek bir potansiyel olduğu biliniyordu. Ama bu seneki yüzdelerinin de anormal olduğu gayet aşikar. Bunlara ek olarak ceza şutörü Crabbe, Hollis – Jefferson, zaman zaman da Napier bu takımın rotasyonunda önemli parçalar. Atkinson malzemelere ince dokunuşlar yaparak, koçluk anlamında çok kaliteli bir iş yaptı. Yalnız maç içindeki küçük krizlerde, bazen ne yaptığını bilmeyen, berbat kararlar veren bir takım periyoduna girebiliyorlar. Bunu normal karşılamak gerek. Çünkü mevcut oyuncu kalitesinden ve tecrübe eksikliğinden doğan gayet normal gelen sorunlar bunlar.
Şimdilik 6. sıradalar, ama doğunun da alt tarafı çok güvenilir sayılmaz. Kendilerinin, öve öve bitiremediğim Atkinson önderliğinde playoff göreceklerine inanan insan sayısı oldukça fazla. Lakin göremeseler bile, NBA’deki ilk Head Coach görevinde, ona yararlı olabilecek hemen hemen her sınavdan başarı ile geçmesi gösteriyor ki; gelecekte bir başarı abidesi göreceğiz.