Bakmak ve görmek, duymak ile işitmek, dokunmak ile temas etmek arasındaki farkı bilenlerin aşina olacağı bir durumdur, basketbolla yaşamak ya da basketbolu yaşamak. Basketbolun anavatanında basketbolu yaşayan şehirleri derledik.
Verilebilecek en bariz örnek bazında; kendi yaptığımız yemek ile annemizin yaptığı yemek apayrı bir nefasete sahiptir.
Aynı malzemeleri, aynı teamülleri, aynı süreçleri içermesine rağmen aynı lezzetin tutturulamaması büyük bir muamma yaratır. Aslında o giz sadece tek bir kelimede gizlidir: Sevgi.
Sevgi katılarak yapılan yemekler, his katılarak bakılan durumlar, özünden farklılık göstermeyi içerecektir.
Konunun basketbol ayağında; kullandığımız şutun çemberin içinden geçeceğine inandığımız zaman basket olur.
Maçı soyunma odasında aklımızda canlandırıp, istediklerimizi düşündükten sonra, 40/48 dakika başlamadan kazanırız.
Ve daima öyle olacağımıza inandığımızda en iyisi oluruz.
Hayatı basketbolla birlikte yaşayanların nezdinde, hayatını basketbol olarak yaşayanların hatırası bizi bu yazıyı parmaklarımız tereddüt etmeden kaleme almaya itiyor.
Basketbolun anavatanında onlar kendilerine has dinamiklerle basketbolu yaşıyorlar.
Detroit
Her yıl Dünya Otomobil Fuarları’na evsahipliği yapan, “otomotiv sektörünün başkenti” sıfatını layığıyla taşıyan kent, bu paralelde şüphesiz temel ekonomik gelir modelini sanayi üzerinden meydana getiriyor.
Sanayi Devrimi-İngiltere-İşçiler şeklindeki kelimelerle sizi bir bağlantı kurmanıza yönlendirme amacı taşıdığımız cümlede, bu kentteki insanlar işçi statüsünden doğuyor, yaşıyor ve hayatlarını tüketiyorlar.
Tüketim kültürünün anası ülkeyi de ifade ettiğimize göre, mevzu bahis işçi sınıfının basketbol sporuna olan ilgisini değerlendirirken kullanacağımız kelimeleri seçmek çok da zor olmuyor.
80’li yıllarda NBA Finalleri’nde ve NBA Şampiyonluk basamaklarında görmeye alışık olduğumuz Detroit Pistons takımı, “Bad Boys” lakaplarıyla işçi sınıfının gerekliliklerinden olan sert çocuğu parkenin her metrekaresine yansıtıyorlardı. Michael Jordan’a, Larry Bird’e, Kevin McHale, Scottie Pippen ve daha nice bu sporun gördüğü öncü yıldızlara kök söktüren bu adamlar, yaşamlarındaki sertliği parkeye yansıtmaktan başka bir şey yapmıyorlardı esasında.
Bill Laimbeer, Isiah Thomas, Joe Dumars, Dennis Rodman’dan oluşan çekirdekleri ile 80’lerin sonu ve 90’ların başına damga vuran bu adamlar için basketbolu yaşadıkları kavramdı, kötülük, kabalık, sertlik.
Los Angeles
Birleşik Devletler dendiğinde New York ile birlikte akla gelen naçizane şehirlerden biri olan LA, ülke basketbolunun tarihinin yazılmasında Doğu Yakası’nın incisi ile birlikte baş rolü oynadı.
Önce ABA, ardından NBA arenasında basketbolun, paralelinde dünya basketbolunun şekillenmesinden belirleyici rol oynayan şehir, daima yıldızlarla olan kadrosunu bir ölçüde Hollywood’a borçlu değil miydi?
Stüdyo sistemlerini, 7.sanata sokmak suretiyle süreç içerisinde film yıldızlarının, dünyanın hayran olduğu aktör/aktrislerin ve kült niteliğindeki yapıtların ortaya çııkmasına sahne olan kentin basketbol takımının da daima “Show must go on” geçerli oldu.
Hangi birini saysak diye düşünürken, “Show Time Lakers” ifadesi ile tümünü kapsama niyetini beslediğimiz, saygılarımızı gani gani aktardığımız Los Angeles Lakers oyuncuları ve şehri bu sporu şöhret, magazin, lüks ile yaşadı.
Kitle iletişim araçlarının dünya genelinde yaygınlaşmasını takiben bu şehir basketbolu daima kameralar önünde oynayanlar sıfatı ile yaşadı.
Boston
Üstte belirttiğimiz ifadedeki özelliği olan Los Angeles Lakers ile birlikte Birleşik Devletler basketbolunun süreç içerisinde en başarılı temsilcisi olarak varlığını sürdüren Boston Celtics’in şehrini duyunca ne düşünürsünüz bilmeyiz; ama bizim aklımıza eğitim geliyor.
“New England” kavramı kapsamında Amerika’nın kurucu semtlerinden olarak betimlenen, tüm ülke tarafından büyük saygı beslenen şehrin en önemli dinamiği tarihsel süreç içerisinde ve günümüzde eğitimdir.
Alaylı-mektepli ayrımında mekteplileri içeren bu kent, bünyesinde barındırdığı Massachusetts Institute of Technology(MIT) ve Harvard ile bu özelliğini gururla günümüze ve gelecek nesillere aktarmaya devam ediyor.
Teorik kurallara uygun, sistematik, teknik teamüllerle gerçekleştirilen bir spordur basketbol Boston’da. Brad Stevens’a bakarak, bu adamın mühendislik alametifarikaları taşımadığını dillendirmek mümkün mü?
New York
Bu şehirde ilk olarak beklentilerin üstünde yer almalısınız. Sıradanlığa tahammülü olmayan dünyanın en “hızlı” yaşanan kentinde, söz konusu hızı içeren koşturma içerisinde ayrıca mutlaka beklentileri yeteri kadar karşılayamamanız da gerekir.
Bu paralelde beklentilerin üstünde konumlanıp, overrated olmanın ardından beklenen ise Draft gecesinde yuhalanmanız gelir…
Frank Sinatra ne zaman der ki “New York, New York”, anlarsınız o zaman Sting’i.
Unutmayın; bu şehirde gelecek vaat edin, haddinden fazla değer görün, beklentilerin altında kalın, yuhalanın ve koşun. Central Park’da herkes koşar ne de olsa.
Toronto
Süreç içerisinde daimi olarak bir kimlik arayışında olduğu izlenimi veren Kanada ülkesinin bir temsilcisi konumundaki şehir, kendini kabul ettirme telaşı içerisinde olmuştur.
Süreç içerisinde lige pek çok temsilci yollasa da, kendini kabul ettirme çabalarında salt Steve Nash’i öne sürebilecek kapasitede varlığını sürdüren ülke, günümüzde Toronto Raptors takımıyla mücadele alanı Doğu Yakası’nda üstlere oynamayı sürdürüyor.
Ufacık bir LeBron faktörü neticesinde istediği üstlere bir türlü çıkamayan Toronto, bu yıl “Kral”sız bir konferansta, yeni yıldızı ile beklentileri aşmayı deneyecek. Ve tabi kimlik arayışı ona eşlik edecek.
San Antonio
Deyince akla her an onun adı gelir. Gregg, Gregg, Gregg.
Takım ve şehir ile özdeşleşen adam nezdinde San Antonio Spurs takımının tarihini şüphesiz Popovich öncesi ve sonrası şeklinde ayırmak gerekecektir.
96 yılında başladığı antrenörlük kariyerinde daimi olarak NBA Play-Offlarında yer alan, 5 şampiyonluk yüzüğü sahip Gregg Popovich, bu şehrin basketbolunun kimliğini oluşturan adamdır.
Halihazırda basketbolu hayatı olarak yaşayan bu adamın takımı 2005’e dek hafif sertliğin ve çirkefliğin temsilciğini üstlenirken, bu tarihten sonra kolektifliğin bir emsali olmuştur.
Pas, pas, pas. Ginobili, Parker, Duncan. SAS için tek geçerli olanlar.
Oakland
Meşhur köprüsü vardır bilirsiniz. Limanında fok balıkları cirit atar görmüşsünüzdür. Zenginlerdir. Teknoloji hakimidirler. Basketbol?
California Eyaleti’nin San Francisco kentinin Oakland Bölgesi’ne mensup takımı Golden State Warriors için basketbol 2010’lara dek pek de fazla şey ifade etmiyordu.
Süreç içerisinde 1947, 1956 ve 1975’de yer aldıkları ligin en iyisi sıfatına nail olan takım için dönüşüm şüphesiz 2009 yılında Stephen Curry adlı çelimsiz gencin Draft edilmesi ile gerçekleşir.
Bu çelimsiz gelişir. Çağdaşları Baron Davis, Monta Ellis’in mirasını kat be kat üstün devralır. Klay, Green, Barnes, Durant gibi birbirini kusursuz şekilde tamamlayan parçalar eklenir. Son 4 yılda 3 şampiyonluk ise çoktan pastanın çileğidir.
Bu şehir ve şehrin takımı, “Kralım. Acaba ne kadar tahtta kalırım?” düşüncesi ile basketbolu yaşar.
Spor, hayatın içerisindeki tuhaf bir dinamiktir. Tarihsel süreç içerisinde insanın hareket etme ihtiyacından doğmakla birlikte, zıplamak, atlamak, koşmak/kaçmak gibi zorunluluklarının ilavesi ile karakteristik yansıması rekabetçiliğin çıktıları neticesinde süre gelmiştir. Antik Yunan Olimpiyatları’ndan tutun, Roma Gladyatörlerine kadar daima siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik süreçlerle temas halinde olan sporun, hayata dair olduğunu söylemek abes mi olacaktır? Son derece doğal olacaktır sporun hayatta olduğunu, sporu yaşamanın hayatı yaşamak olduğunu. Ne mutlu yaşayanlara, yaşatanlara.