12 Dev Adam, Olimpiyat Ön Elemeleri’nin finalinde Hırvatistan’a kaybederek önümüzdeki yaz düzenlenecek Olimpiyat Elemeleri’ne katılma hakkını yitirdi. Ne yazık ki bir karar maçını daha kazanamadık. Oysa turnuva bizim için gayet iyi başlamıştı. Grup karşılaşmalarında sırasıyla İzlanda’yı, Bulgaristan’ı ve Ukrayna’yı etkili oyunlarla mağlup ettik. Yarı finalde İsveç’e karşı yine üstün bir performans sergiledik. 12 Dev Adam’ın tüm bu süreçteki dinamik ve mücadeleci oyunu final öncesi hepimize büyük moral aşıladı. Üstelik çift uzunlu sistem de olumlu sonuçlar vermişti. Alperen hücumda klasını konuşturuyor, Ömer Faruk ise ribaundları kimseye bırakmıyordu. Kısalardan da genel anlamda iyi katkı alıyorduk. Rotasyondaki oyuncularımızın tamamından bir şekilde faydalanıyorduk. Hırvatistan düeollusundan evvel umutlanmak için elimizde yeterince pozitif örnek vardı.
Hırvatistan mücadelesi ise maalesef arzu ettiğimiz gibi olmadı. Özellikle Alperen’in erken faul problemine girmesi, akabinde de bunun yarattığı stresin hücumdaki etkinliğine olumsuz yansıması ve Hırvatlar’ın 4 periyot boyunca dışarıdan çok yüksek yüzdeyle şut sokması Türkiye’nin oyununu negatif yönde etkileyen başlıca faktörlerdi. Furkan’ın çizgi gerisindeki bireysel çabalarıyla oyuna tutunmaya çalıştık ama peş peşe gelen bu üçlükler de Hırvatistan’ın direncini kırmaya yetmedi. Hırvatistan gardlarının üç sayı performansına bizim gardlarımız karşılık veremedi. Yenilginin bir nedenini de burada aramak gerekir diye düşünüyorum. Berk, Kenan ve Şehmus ligimiz için çok değerli oyun kurucular elbette fakat bu gardların hiçbiri profili itibarıyla skorer değil. Berk ve Kenan daha çok asist meziyetleri ve organizasyon yetenekleri ile öne çıkıyor. Şehmus bu iki isme nazaran daha istikrarlı bir dış atıcı ama onun da bence en keskin vasfı atletizmi sayesinde güçlü bir şekilde penetre ederek sayı üretmesi. Üç kısamızın oyunun savunma tarafında ise oldukça yararlı olduğunu söyleyebilirim. Üçü de topa baskı yapmak ve pas kanallarına zamanında girmek konusunda verimli bir turnuva geçirdi.
Larkin veya Wilbekin’den biri gelseydi Hırvatistan’ı yenebilir miydik? Elbette yenebilirdik. Geçtiğimiz sezon çok iyi bir çıkış yakalayan Doğuş o talihsiz sakatlığı yaşamasa ve Cedi bu turnuva için affını istemese belki sonuç gene bizim istediğimiz gibi olabilirdi. Melih kadroda olsa Furkan ve kısmen Şehmus haricinde kısalarımızdan üçlük katkısı alamadığımız bir maçta tecrübesini konuşturabilirdi. Ancak bunların hepsi iyi niyetli birer varsayımdan öteye gidemiyor. Kendi seyircimizin önünde elemelere terfi edip olimpiyat hayalini canlı tutmak şüphesiz çok sevindirici olurdu ama artık önümüze bakmaktan başka çaremiz yok. Milli takımın problemlerini kulüpçülük yaparak değerlendirmekten özenle sakınalım. Türk basketbolunun çok daha yapısal sorunları var. Altyapı yıllarında öz güvenle oynayan sayısız yetenek, neden A takım seviyesinde aynı performansı gösteremiyor? Gardlarımızın kendi pozisyonunu yaratmak ve iyi bir yüzdeyle şut sokmak konusundaki zaafları yalnızca bugünün meselesi olabilir mi? Altyapıda acaba kaç tane koç, oyun kurucusunun hücumda dilediği gibi inisiyatif almasına müsaade ediyor? Basketbolcu adaylarımıza yetişme evrelerinde yeterli sorumluluğu ve özgürlüğü veriyor muyuz? Yoksa altyapıda öncelikli hedefimiz sabit şablonlarla şampiyonluklar, kupalar kazanmak mı? Bu sorulara içtenlikle yanıt vermeden, altyapıda oyuncu yetiştirmeyi amaçlayan doğru antrenman metotlarıyla çalışmadan olimpiyat düşünü gerçeğe dönüştürmenin ve uluslararası turnuvalarda istikrarlı biçimde kürsüye çıkmanın mümkün olamayacağını anlamamız lazım. Türk basketbolunun dünyanın önde gelen basketbol ülkeleriyle rekabet edebilecek potansiyeli olduğuna inanıyorum. Umarım gelecek turnuvalarda bu büyük potansiyeli lâyık olduğu yerde görürüz.